.

Cankaya


Add to: Mr. Wong Add to: Webnews Add to: Icio Add to: Oneview Add to: Linkarena Add to: Favoriten.de Add to: Seekxl Add to: Kledy.de Add to: Social Bookmark Portal Add to: BoniTrust Add to: 40 Plus - Blog & Bookmark Add to: Bookmarks.cc Add to: Shop-Bookmarks.de Add to: Favit Add to: Newskick Add to: Newsider Add to: Linksilo Add to: Readster Add to: Folkd Add to: Yigg Add to: Digg Add to: Del.icio.us Add to: Facebook.com Add to: Reddit Add to: Jumptags Add to: Simpy Add to: StumbleUpon Add to: Slashdot Add to: Netscape Add to: Furl Add to: Yahoo Add to: Spurl Add to: Google Add to: Blinklist Add to: Blogmarks Add to: Diigo Add to: Technorati Add to: Newsvine Add to: Blinkbits Add to: Ma.Gnolia Add to: Smarking Add to: Netvouz Sosyal Imleme 
                  

   ÇANKAYA

Ankara, kuruluşu binlerce yıl gerilere giden ve bu geçmiş içinde birkaç kez Anka Kuşu gibi yeniden doğmuş bir kenttir. 1920'lerde yeni cumhuriyetin beşiği olmaya hazırlanırken, sonuncu kez yeniden doğuyordu. 0 tarihte Ankara'nın nüfusu yirmi bindi; bugünse, yedi merkez ilçesinden biri olan Çankaya'nın nüfusu tek başına milyona yaklaşmaktadır.

1920'lerin Ankara'sı ıssız-sessiz, kışın yağmuru, yazın tozuması bitmez, kendi yağıyla kavrulmaya çalışan bir küçük Orta Anadolu kasabası...
1920'lerin Çankaya'sı bu ıssızlığın en ıssız köşesi; inler-cinler bile top oynamaya korkuyor sanki...

O yılların Ankarası'nda, Kale'nin istasyon yönündeki sırtlarında Hıristiyanların yaptırdıkları derme çatma oteller, hanlar, lokantalar, tek ya da iki katlı evler var. Trenden inen bir yolcu, iki yanı bataklık ince bir yoldan, tek ağacın bile bulunmadığı bir mezarlığın yanından ürpertiler içinde geçmek zorunda. Kent merkezine ancak buralardan geçtikten sonra varılabiliyor.

Öylesine yoksul, öylesine yoksun bir kasaba ki Ankara, daha beterini düşünmek mümkün değil. Su yok, ağaç yok, yol yok, elektrik yok, konut yok. Su sorunu yıllar yılı dert oluyor devletin yöneticilerine. Kenti ağaçlandırmak yıllar alıyor. Yol da öyle... Yazın toz kasırgalarının, kışın diz boyu kardan, çamurun geçit vermediği, yola benzemez yollar... Kuru geçen kışlarda ayazın dondurduğu topraklar Ankaralıların yüzünü güldürüyor. Çünkü ancak o zaman her taraf yol oluyor. Elektrik epey zaman sonra lokomobil denilen bir aygıtla, ancak bazı yerlere sağlanabiliyor. Titreye titreye yanan ampullerdeki ışığa elektrik demek ne kadar mümkünse artık. Bu kadarcık bir kolaylığın bile bulunmadığı yerlerde ise insanlar, genellikle gaz lambalarının titrek aydınlığıyla yetinmek, biraz ayrıcalıklı olanlar ise lüks lambalarıyla boğuşmak durumunda. Konut, en az öncekiler kadar önemli bir sorun. Kente gelen memurlar ev bulamadıkları için eşlerini, çocuklarını beraberlerinde getiremiyorlar. Zaten bulabildikleri evlerde, kendileri de üçü beşi bir arada oturuyorlar. Hatta bazıları resmi dairelerde, bakanlık binalarında kalıyorlar.

Taşıt derseniz... Yerli halkın taşıtı, şu sevimli eşekler. Bazı kesimler ise fayton kullanıyor. Bu modem (!) araçla bile, avuç içi kadar Ankara'nın bir yanından öteki yanına gitmek saatler alıyor. Hele Çankaya'ya çıkmak zorunda kalanlar için bu, bugünün şehirlerarası yolculuğu gibi bir şey oluyor. Ama Çankaya'ya çıkmak da zorunlu. Çünkü Mustafa Kemal Çankaya'da havuzlu, küçük bir bağ evinde oturuyor.

Çankaya o yıllarda kentin alabildiğine uzağında. Bugünkü Devlet Resim ve Heykel Müzesi'nin bulunduğu tepenin eteklerinden Çankaya'ya kadar inen her yer, asma kütükleri, bağ artıkları, yabani çiçekler ve dikenlerle dolu. Ve çok kar yağdığında aç kalan kurtlar, bugünkü Yenişehir'e kadar iniyor.

Mustafa Kemal Paşa'nın köşkünden biraz aşağılarda, Cumhuriyet'in ilk başbakanı İsmet Paşa oturuyor. Yeni yaşam biçiminin gerektirdiği bazı davetler, toplantılar İsmet Paşa'nın evinde yapılıyor. Bu davetlerden birinde İnönü'nün evinde çok sayıda yabancı diplomat da var. Bu gecenin, bugün bize kemik gelecek öyküsünü Falih Rıfkı Atay'ın Çankaya adlı kitabından aktaralım:

"...Gece kar o kadar yağmıştı ki, otomobiller saplanmışlar, sökülemez hale gelmişler. İngiliz Büyükelçisi George Clark, yanında müsteşarıyla birlikte Başvekil İsmet Paşa'nın evinden çıkınca, yürüyerek gitmekten başka çare olmadığını görür. Evi de birkaç yüz metre yukarıda. Fakat ara yer bomboş, kırlık. Biraz ilerleyince büyükelçiyi bir gülme tutmuş. 'Kurtların bizi parçalaması bir şey değil. Fakat kurtların parçaladığı insanlardan ilk defa olarak, kar üstünde frak ve silindir şapka parçalan kalacak' demiş."

Falih Rıfkı Atay aynı kitabında, konuk olarak gittikleri evlerde kar yüzünden birkaç gece kaldıklarını, bazen evlerine gitmek için girişimde bulunup cep fenerlerinin ışığında kar ve çamurla boğuşarak yürümeye başladıklarını, ama az sonra boş ve ıssız karanlıklardan ürkerek geri dönmek zorunda kaldıklarını örneklerle anlatır.

1920'lerin Ankara'sı böyle bir Ankara. Var ama yok gibi...

1920'lerin Çankaya'sı böyle bir Çankaya. Var ama yok gibi...
Ama bu 'yok'lar kasabasında, alabildiğine 'yok'ların arasında bir şey var: Türkiye Cumhuriyeti'ne can veren TBMM.

Evet, TBMM 23 Nisan 1920'de Ankara'da açılmış. Atatürk'ün Ankara'ya gelişinin 11 6'ncı gününde... Şöyle dolu dolu bir dört ay bile geçmemiş aradan. Yurdun her yanından gelen temsilcilerin oluşturduğu Meclis, Sakarya kıyılarına kadar gelen düşmanın top seslerini dinleye duya çalışmalara koyulmuş. Ülkede henüz bir İstanbul hükümeti ve bir Padişah yönetimi var olduğu halde, Ankara'da bir Meclis ve bir hükümet kurulmuş. Henüz "devlet" olarak fazla ciddiye alınmasa bile, Türkiye uluslararası alanda "Ankara Hükümeti" olarak anılıyor.

Bu 'yok'lar kasabasında bir şey daha var: Kurtuluş Savaşı'nın yönetildiği ve sürdürüldüğü komutanlık karargahı...

Atatürk'ün 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkmasıyla başlayan Kurtuluş Savaşımız güneyde, güneydoğuda, güneybatıda ve batıda yedi düvele karşı bütün hızıyla sürüyor. İstanbul işgal altında. Düşman Ankara kapılarına dayanmış. Yunan Kralı Konstantin, Ankara üstüne sefere kalkıp, zaferini Mustafa Kemal'e orada, savaşın yönetildiği Komutanlık Karargahı'nda ilan etmenin rüyasını görüyor. Ve Mustafa Kemal'e inanmayanların, güvenmeyenlerin, onu kabullenmeyenlerin ortalığa yaydıkları fısıltılar, bulandırdıkları hava alabildiğine yoğun. Dahası, ülkenin her yanında irili ufaklı çete grupları cirit atıyor. Amaaa... Ankara'da bir Meclis, o Meclis'te Mustafa Kemal'e, ulusal bağımsızlık ilkesine sonuna kadar bağlı kalacak insanlar var. Bunlar Sakarya kıyılarındaki top seslerinin gürültüsünde bile umutlarını yitirip de Ankara'dan ayrılmayı bir an olsun düşünmeyen insanlar.

Ve Ankara'da çok önemli bir şey daha var. 27 Aralık 1919 günü, Dikmen tepelerinde Mustafa Kemal Paşa'ya kucak açan, onu sımsıcak bir sevgiyle ve umuda bağırlarına basanlar var. Ege'de istilacı düşman ordusuna karşı ulusal dire
nişi başlatan efelerin benzeri, Ankara'nın yiğit, yurtsever seğmenleri var. Ankara tüm varlığını, maddi-manevi tüm olanaklarını Mustafa Kemal'in ayaklarına sermiş, yüreğinin bütün sıcaklığını yoluna dökmüş. Ankara, bağrında yanan ateşi, yüreğini yakan sızıyı ancak bir Zafer'in, bir Kurtuluş'un söndürebileceği bir bozkır kasabası... Umut dolu, inanç dolu bir bekleyiş Ankara...

Ve tüm Ankara'nın umudu, kasabanın güneyinde bir tepede, Çankaya'da, gösterişsiz bir bağ evinde oturuyor. Onun verdiği umut, inanç, direnç dalga dalga Ankara'ya, oradan da bütün yurda yayılıyor. Ankara, neredeyse yalnızca surların içinde kalmış İstanbul yönetimini damla damla eriterek her gün biraz daha yıldızlaşıyor, giderek tüm ülkenin simgesi oluyor. Ankara, kurtuluşu özleyenlerin yüzlerini çevirdiği bir umut-kasaba. Artık içeriye ve dışarıya karşı, Türkiye topraklan üzerinde son soluğunu vermek üzere olan bir İstanbul yönetimi ve taptaze soluğunu duyumsatan bir Ankara Hükümeti var. Gecenin karanlığı, tanyerinin aydınlığında kaybolmak üzere. Ve yeni bir Güneş'in doğması çok yakın.

Ozan ve kent plancısı Ali Cengizkan Ankara hakkında şunları yazıyor: "Ankara bir düşler kentidir. Kentin kendisi insanları düşler dünyasına taşıdığından değil; insan Ankara'da düş kurmadan yaşayamaz da ondan. Ya yönetimle ilgili bir düşünüz olmalı, ya mutlulukla ilgili; ya iyi insanlıkla ilgili bir düşünüz olmalı ya da iyi sanatçılıkla ilgili. Düşlersiz yaşanamaz Ankara'da; çünkü ufuklar sınırlıdır dağlarla, geniş bir ufuk düşümüz yoksa. Çünkü dereler sığdır ve denetim altındadır, göğsümüzde yüreğimiz bir çağlayana kaynak oluşturmuyorsa. Çünkü Kale terk edilmiş gözükür uzaktan, içimizde taht kuran/hüküm süren, astığı astık/kestiği kestik, ama sırasında kendini de kesen bir yönetim yoksa. Çünkü ilişkiler köhnemiş, memurin ve hesaplıdır, yaptığınız her şeyi karşılıksız yapmıyorsanız. Onun için de Ankara bir düşler yatağıdır, onun çorak bir ülke, tozlu bir kent, kısır bir yaşam ve çeşnisiz bir toprak olduğu bir yana bırakılırsa."


TEMA : atheme Wordpress Teması V1
Tasarım : aorhan Css & Xhtml : Şirzat AYTAÇ Wordpress Entegre : Betik
Copyright 2012 - Bu siteden hiç bir yazı yada materyal izinsiz koplayanamaz ve kullanılamaz.
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol